0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

36. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

15. KALBİMİZ KARİNA.

Birine işkence etmenin en kolay yolu kendisine değil, kalbinin yerine koyduğu bir kimseye eziyet etmektir.

Bunu yaşayarak öğrenmiş olmanın gerçekliği düşüncelerim arasından sıyrılıp bir tokat gibi yüzüme çarparken, Mark'ın bu dünya üzerinde sevdiği herhangi birisi olmamasının öfkesini de yaşıyordum. Ailesini, geçmiş yaşantısının bir döneminde kaybetmişti ve sahip olduğu değerler zenginliği ile itibarıydı. Bunlar göz önüne alındığında, kalbinin yerine koyduğu herhangi birisi olmadığı sonucuna varıyordum ve elimde kalan tek şey ona işkence etmek oluyordu.

Kalbini birden fazla şekilde yerinden sökmek istiyordum.

Rusya'daydık. Hâlâ. O dağ evine geri dönüyorduk, Karina burada olabileceği için Rusya'dan ayrılmamıştık. Hava eksi derecenin altına düşmek üzereydi, Rusya'nın en soğuk şehirlerinden birisindeydik. Mark, Andrei ve Mark'ın sağ kalan koruması uçakla beraber o eve gitmek üzere ayrılmıştı yanımızdan. Korumalarımızın bir kısmı Pechora'da kalmış, çevrede Karina'dan iz arıyorlardı. Dante abim de onlarla birlikteydi, biz ise Deren'in kullandığı arabayla beraber Rusya'daki o eve ilerliyorduk, birazdan varacaktık.

Abilerimin onu konuşturmuş olduğunu umut ediyordum.

Dağ evinin olduğu yola girdiğimde saatleri aşkındır devam eden sessizliği Deren'in kuru öksürüğü böldü ve böylelikle bakışlarım onu buldu. Elini öksürüğü yüzünden ağzına kapattığını gördüm. Sanki saatler sonra ilk kez ona bakıyormuş gibi hissederek gözlerimi gezdirince yüzünde karartılardan başka bir şey gördüm. Kulağının altında, yüzüne karşıdan değil ama yandan baktığımda görebileceğim bir yerde... yanık vardı, derisi soyulmuştu ve altındaki kırmızılık görünüyordu. Bu kadar açık bir yaraya baktığım için değil de böyle bir yaranın sahibi kendisi olduğu için ürperip, "Acıyor mu?" diye sordum.

Deren öksürüğünü bitirip genzini temizledi ve ardından anlamamış gibi bana döndü. "Boğazım mı?"

Elimle kulağının altını gösterdim. "Orası yanmış, eve girdiğinde oldu sanırım. Bir şey mi düştü? Öylece mi girdin eve? Kafana ceketini falan örtseydin keşke."

"Acıyorsa üzülür müsün?"

Yarasından haberi yokmuş gibi parmaklarını kulağının altına götürüp açık yaraya dokununca içim titredi. "Parmakların kirli, mikrop kapacak canım," diyerek uzandım, bileğinden çekip elini indirdim. "Hiç müdahale etmemişsin, izi kalacak."

"Canım?"

"Ona mı takıldın?"

"Sana takığım ben.”

"Kirli kelimesini kullanmazsanız sevinirim, unutmama yardımcı olmuyor," dedi Yaman, ürpermişçesine.

Deren ona bakıp dikiz aynasına uzandı ve kafasını çevirip yarasını görmeye çalıştı. Gördüğünde de tepkisiz kalarak geri koltuğuna yaslandı. "Baktıkça bana Karina'yı hatırlatır, sorun yok."

İzi bir hatıraya dönüştürmesine iç çekerek, "Helikopterde ilkyardım malzemeleri var, pansuman yapıp yarayı kapatırım," dedim. Yaranın bu şekilde açık ve acıyormuş gibi görünmesine içim gitmişti. "Gördüğün her yangına böyle girecek misin Deren? Düşüncesizce dalıyorsun, bu kadar hafif bir yara aldığına şükrediyorum."

"Söyleyene bakınız," dedi sakince. "Seni içeriye girmemen için zor tuttum, az kalsın beni dövecektin. Yanında silahın olduğunu fark etseydin çekip vururdun beni."

"Karina orada sandım, öyle korktum ki," dedim parmaklarımla kalbime dokunarak. Elimin altında elbisemin çiçekleri vardı. "Sen girmişsin, Karina'm için. Teşekkür ederim."

"Nil için de Karina için de senin için de girerim," dedi arabayı yavaşlatarak. Dağ evine ulaştığımızı anladım. "Gözümü kırpmadan, üzerine düşünmeden yapacağım şeyler var. Seni ve onları korumak gibi. İçgüdüsel bir şey, karşı koyamam, bekleyemem, duramam... Kalp atışı gibi, aniden devreye girmiş halde buluyorum kendimi. Sonra sorguluyorum ve diyorum ki, yine olsa yine yaparım. Ben böyle bir adamım."

Kalbim sanki köşeliymiş ve göğsümü çizmiş gibi ufak tefek sızılar hissettim içimde. Altdudağımı ısırıp gülümsedim. "Utku'yu yine unuttun."

Yüzünü buruşturup daha önce dediği gibi, "Sadece kadınlarımdan bahsediyordum," diye açıkladı. "Ama sen yine de Utku'nun yanında adını geçirmediğimi söyleme."

"Utku'yu... Görmeme izin verecek misin?"

Kurduğu cümlenin bu soruya davetiye çıkardığını yeni fark etmiş gibi huzursuz olup elindeki lekelere baktı. "Görebileceğini sanmıyorum."

Bu karşı koyuştan bıkmış şekilde, "O zaman sen niye buradasın?" diye sesimi yükselttim. "Onu göremezsin, bunu göremezsin! Onların hayatlarında olamazsın! Seni neden görüyorum o zaman? Sen neden kendini zorla hayatıma soktun? Beni hayatınıza almıyorsan sen neden hayatımdasın? Git öyleyse, neden buradasın?"

Deren, seğiren bir çeneyle fakat hareket etmeden gözlerimin içine bakınca verecek bir cevabı olmadığını anladım. Altdudağını ağzının içine alıp sertçe ısırdı ve bir şey demeden önüne döndü. Onun sessizliğini Yaman, "Karmen haklı," diyerek doldurdu. "Kızın hayatına girdin, zorluk çıkardın, koruması oldun, yetmedi abisinin parasını çaldın. Fakat Nil'i bir kez olsun göstermedin." Bana bakıp tekrar Deren'e döndü. "Bize Nil'i göster."

Deren, Yaman'ın kendisini de duruma dahil etmesine şaşırmış şekilde omzunun üstünden dönünce Yaman isteğinden eminmiş gibi başını salladı. "Sana var ya, siksen bile göstermem," dedi Deren. "Ölüyorum, son bir dileğim Nil'i görmek desen bile göstermem." Bir anda neşesizce sırıttı. "Ölüm ve seni yan yana düşününce keyiflendim."

Yaman ona düz düz baktı. "Sana inat ölmeyeceğim. Hatta Nil'i de bir gün göreceğim, buraya yazıyorum." Parmağını havada gezdirdi.

"O gün hayatının son günü olarak karşılık bulabilir," dedi Deren.

"Beni öldüremezsin," dedi Yaman rahatça. "Karmen seviyor beni, biliyorsun. Üzülsün istemiyorsun, kıyamıyorsun."

Deren, gerçekler suratına çarptığı için öfkeyle nefes alıp direksiyonu sıktı. "Öldüremezsem süründürürüm."

"Siktir git," dedi Yaman ve kapıyı açıp indi.

Deren önüne dönerken dizi üstündeki yumruğunu sıktı. Yaman'dan gerçekten nefret ediyordu, atışmalarını aptalca ve komik bulsam da Deren onun kızını kaçırdığını unutamıyordu. Eminim Nil, onun hakkında olumsuz bir şey söylemiş olsaydı çoktan öldürürdü.

Pek de farkında olmadan, "Nil, Yaman'a âşıktı," dedim. "Hâlâ âşık mı? Doğrusu abime de âşık olmuştu, sen ve Utku'ya da âşık. Çapkın tırt..."

Deren'in gözlerinin yakıcılığını fark etmemle son bulan konuşmam sonrasında başımı çevirip baktım. Kara gözlerinden ateş fışkırıyordu. Nil'in adının ne Yaman’la ne de Noah’la bir araya gelmesinden hoşlanmıyordu. Dikkatini dağıtmak için küçük bir hile yapıp dudaklarımı yaladım ve Deren gözlerini ağzıma indirince derhal uzanıp kapıyı açtım, arabadan indim.

Soğuk havaya çıktığımda elbisemin etekleri ve ceketimin yakaları uçuştu. Botlarımı yere sağlam basarak ilerlerken dağ evinin önündeki manzarayı gördüm. Mark, Valeri ve Andrei dışarıdaki üç sandalyenin üzerinde, üstlerinde yalnızca iç çamaşırlarıyla bağlanmış şekilde oturuyorlardı. Salvador ile Noah onlarla konuşurken etrafa dağılan korumalarımız bir tehlikeye karşı dikkatle ormanı izliyorlardı. 

"Çıplak mı onlar?" diyerek arkamdan gelen Deren'i duydum. 

Yaklaştığımda Salvador ile Noah başlarını çevirip baktılar. Üzerimden akan perişanlığıma rağmen kendimi güçlü hissediyordum. Karşılarında durduğumda, "Bir şey anlattı mı?" diye sordum.

Gömlek kollarını dirseklerine kadar sıyırmış olan Salvador kafasını iki yana salladı. "Anlatmıyor ama herkesi olduğu gibi onu da ikna etmenin bir yolunu bulacağız."

Üçü de berbat görünüyordu, abilerim epey dövmüştü. Andrei'nin başı önüne düşmüştü, Valeri dişleri arasından sızlanıyordu ve Mark, suratından kanlar akarken bana bakıyordu. Rusya soğuğunun, rüzgârının çıplak bedenlerine diken gibi battığına emindim. Mark'a ilerleyip elleri arkasında bağlıyken, "Karina'ya ne yaptın da cihaza bağlandı?" diye sordum büyük bir nefretle. "Onu boğarak öldürdüğünü söylemişken..."

Dudağının kenarından kan taşarken, "Onu boğduğumu söyledim ama öldürdüğümü değil," dedi uzata uzata. Bu kelimelerin bana zarar verdiğini biliyordu, bu sebeple üzerinde fazla duruyordu. "Boğdum, hem de ölümüne boğdum. Nasıl boğduğumu anlatmamı ister misin? Küçük ellerini durmam için bana uzattı..."

Bunları duymaya daha fazla tahammül edemedim, elimin tersini suratına öyle bir geçirdim ki suratı sandalyenin arkasına doğru döndü. Avucumdaki sıcaklığı hissederek elimi yanıma indirdim. "Beni öldürseydin! Neden ona yaptın bu kadar şeyi?"

Yüzünü ağır ağır kaldırdı. "Kolay lokmaydı. Ağlamaktan başka hiçbir sorun çıkaramazdı."

Güçlü hissetmeme rağmen bu cevap karşısında tüylerim ürperdi, belki de beni ürperten bu caniliğin seviyesiydi. Ağlamaktan başka hiçbir sorun çıkaramaması... ama Karina'nın ağlamasının benim için dünyanın en büyük sorunu, derdi olması. Deren'in bu tarafa yaklaştığını görünce elimi kaldırıp onu durdurdum. "Sen kolay lokma değil misin? Nasıl aldattım seni? Ruhun bile duymadı. Sen Carlos’la el sıkışırken biz seni aldatıyorduk."

Bu cümlelerin ona vurmaktan daha etkili olacağını biliyordum, yoksa aldatmaktan gurur duymuyordum. Tespitim doğru çıktı ve Mark yüzünü kaldırıp bana dönünce gülen ben oldum. Sinirlenmişti. "Bir de utanmadan söylüyor musun orospu?"

Deren'in bir daha müdahaleye kalkıştığını ama bu kez onu tutanın Noah olduğunu gördüm. Mark da gözlerini onların hareketliliğinde dolaştırırken, "Sen de utanmadan kızımı boğduğunu söylemiyor musun?" dedim. "Ben de seni nasıl aldattığımı söylüyorum işte. Arkandan alay bile ettik biliyor musun?"

Herkesin içinde bunları duymanın öfkesiyle kızardı. “Hani nerede?" diye sordu. "Çocuğunun babası nerede? Arkamdan alay ettiğin o adam nerede? Kızını kaçırdığımda yanında yoktu, şu anda da yok! Senin çocuğun bir piç! Babasız bir velet!"

Carlos... Doğru, ona haber vermemiştim.

Karina'm için eksikliğini hissettiğim o kısma dokununca nefretimi ona yönelttim. Bir adım yaklaşıp ellerimi boğazına sardım, yavaş yavaş sıkarak, "Sen?" dedim. "Senin bir ailen var mı? Hepsi ölmüş, gebermiş! Nasıl ölmüşlerdi, bununla ilgili bir hikâye duymuştum."

Nefesi ellerimin arasında daralırken, gözlerinde kontrolsüz bir öfke açığa çıktı. "Seni de öyle öldüreyim mi?" diye sordum. "Aslında seninle işimi uzun tutacağım, her gün farklı şekillerde öldüreceğim, işkencenin her türüyle tanıştıracağım. Ölmek için yalvarmanı duymadan öldürmeyeceğim. Başkalarının kulaktan kulağa anlatırken ürperdikleri acıları sana bizzat yaşatacağım."

Gözlerinin derinliklerinde bir ürperme görünce tatmin olmuş hissettim, bahsettiklerimi yaparken çok daha keyif alacaktım. Ağzı nefes almak için açıldığında boğazından hırıltılı bir ses çıktı. "Cihaza nasıl bağlandı?” diye tekrarladım sorumu.

Abilerim, Deren beni izlerken Mark cevap verecekmiş gibi kafasını salladı. Bununla beraber ellerimi gevşettim. "Onu boğarken," diye tekrarladı kesik nefesler alarak. "Uzun süre nefes alamaması sonucunda beynindeki pıhtı atmış. Bilinci kapandığında ellerimi çekmiştim, öldüğünü sanmıştım." Rusça kelimeleri tükürür gibi söyleyince ellerimi tekrar sıkılaştırdım ve o da hatasını anlayıp daha az öfkeyle konuştu. "Sonra, bir süreden sonra fark ettim kalbinin hâlâ attığını. Fakat vücudu kıpırtısızdı, tepki vermiyordu, gözlerini açmıyordu. Onu uyandırmak için değil, neler olduğunu anlamak için doktoru çağırdım, muayene etti, uzun uzun inceledi, kızından kurtulmak isterken bitkisel hayata girdiğini söyledi."

Tahmin ettiğim gibi olmuştu, kaza sonucu bitkisel hayata girmişti. Savaşırken komaya girmiş ama kalbi atmaya devam etmişti. Kalbini, bana olan sevgisi hayatta tutmuştu belki de. "Böbreğinin alınmış olduğu gerçek miydi?" diye sordum, diğer soracağım şeyleri de düşünerek.

Boğazındaki baskıyla inlerken, "Evet!" dedi. "Zaten onu boğarken de bitkisel hayata girerken de cihazlara bağlıydı, yataktaydı, hastaydı. Doktorun sana verdiği belgedeki her şey gerçekti, ölümü dışında."

Kızımın sahte ölüm raporu... Bu noktada o raporun ne kadar sahte olduğu tartışılırdı. Ölümü sahteydi, boğulduğu gerçekti. Kalbinin durduğu yalandı, böbreğinin alındığı doğruydu. "Sen... Karina bitkisel hayata girince de bunu kullanabileceğini düşündün öyle mi?"

Birkaç saat önce kanattığım boynu şimdi de boğduğum için morarırken, "Şans bana güldü," dedi. "Bu gerçeklik mükemmel bir plana götürdü beni. Karina'nın öldüğünü bir gün öğrenecektin, benim yaptığımı da. İnkâr edemezdim, çünkü Karina gerçekten ölmüştü ama aynı zamanda hayattaydı da. Bir gün, şimdiki gibi beni öldürmeye geldiğinde asla yapamayacaktın. Çünkü Karina'nın hayatta olduğunu söyleyecektim, beni öldüremeyecektin." Dinlene dinlene konuşmayı sürdürdü. "Plan düne kadar kusursuz gitti ama dün..."

"Kes," dedim duyduklarım bana yettiği için. Boğazını bir çırpıda bıraktım ve o öksürerek öne düşerken geriye sersemledim. Mark'ın hayat garantisi saydığı şey benim hayata dönüşüm olmuştu. Kızım gerçek bir savaşçıydı. Gözlerini son kez yumarken belki de hayalindeki tek şey bendim ve ona... aylarca geç kalmıştım.

Bulacağım seni Karina'm.

Belki beni göremeyeceksin ama hissedeceksin.

Kızım... Sen benim kalbimsen, ben de senin kalbinim.

Bugün, bu saatte öğrendim.

Gözyaşlarımı geriye ittim ve bir yıldızın kayışı kızımın bana göz kırpışı gibi hissettirdi. Aynı anda önümden geçen gölgeyi görüp başımı eğdim. Deren, yumruğunu sıkarak yanımdan geçti ve o çelik kadar sert yumruğu Mark'ın suratına indirdi. Bir çığlıkla geriye savrulan Mark sandalyesini düşürdü ve sandalyeyle beraber yere yapışıp bağlı ayaklarını, vücudunu çözmeye çalıştı. "Senin de kızını kaçırmalıydım! Bulsaydım yapacaktım da! O zaman bana yalvaran siz olacaktınız!"

Mark'ın bu kadar şuursuzca konuşmasının sebebi artık kaybedecek hiçbir şeyi olmamasındandı. Deren'in Nil konusundaki hassasiyeti ve yaşadıkları göze alınınca Mark'ı tam bu saniye öldürmesinden endişe ettim. Onun suratını öfkeyle kavrayıp, "Kızımı mı aradın?" diye sordu bu ihtimal kendisini dehşete sürüklemiş gibiydi. "N'apacaktın lan bulsaydın? N'apacaktın? Ben kızımın hayatını, canını garantiye almadan nefes mi alırdım sanıyordun geri zekâlı! Kızımı asla bulamazdın, asla! Ama bunu denemen bile..." Mark'ın kafasını sarı saçlarının arkasından kavrayıp suratını yere çarpınca piçin dudaklarından canı yanmış bir hırıltı çıktı. "... ama yok, sen laftan anlamazsın. Ancak şiddetine karşılık bulursan bir şeyleri anlar o ufak beynin!"

Bunu dedikten sonra kenardaki rasgele taşlardan birisini alıp Mark'ın kafasına vurmaya başladığında önce acı çekmesi hoşuma gitti. Fakat sonra kaza ile ölmesinden korktum, ileriye çıkıp eğildim ve Deren'i kolundan tutup kaldırırken, "Yapma," dedim. Aynı şekilde yaklaşan Noah da Deren'i çekmeye çalışıp, "Öfkemize yenilemeyiz," dedi. "Bırak, elbette bu saatten sonra Nil'e bir şey yapamaz! İzin vermeyiz de!"

Deren'in indirdiği bir taş darbesi ile Mark'ın kafasının arkasında kırmızılık oluştu. Soğukkanlı olmaya çalışıp Deren'i daha sert çekerken, "Bırak!" diye de bağırdım. "Öldüremeyiz, Karina'nın yerini öğrenmem lazım!"

Deren, o an onu öldürememekten daha ağır bir şeyle cezalandırılamazmış gibi inleyerek elindeki taşı fırlattı. Hızla doğrulup arkasını döndü ve yumruğunu ısırarak uzaklaştı. Noah, onun arkasından düşünceli halde bakıp bana döndü ve sonra yerde soluyan Mark'a bakarak Enrica'ya bir göz hareketi yaptı. Enrica, yanında korumayla koşup Mark'ı sandalyesiyle beraber doğrulturken, "Efendim," diyen sesi duydum. Dönüp baktım, Mark'ın koruması Valeri'ydi. Mark'a üzülerek bakıyordu. "Size böyle davranılmasına razı olamam, lütfen onlara söyleyelim, yoksa size eziy..."

"Kes sesini," dedi Mark ama sesi istediği güçte çıkmadı.

Benim gibi Salvador'un bakışları da o korumaya kaydı. Adamın diğerlerine kıyasla Mark'a sadakat beslediği gün kadar açıktı. Salvador onun çenesinden tutup sıktı. "Bana, Karina'nın yerini söyle."

"Efendim Mark'a... Böyle davranmaya devam edecekseniz söylemem."

Mark bir daha ağzını açtı ama dudaklarından yalnız kanlar süzüldü. Çıplak dizine aktı, sonra yere düştü, toprağa karıştı. 

İçimi bir haz duygusu kapladı.

Salvador, Valeri'nin suratına sert bir tokat atarken, "Bana şart koşamazsın," dedi. Sonra adamın diğer tarafa düşen yüzünü elinin tersiyle, korkutucu şekilde okşadı. "Kime ne istersem yaparım. Sana da yapacağım, Mark'a da. Ona da. Söyle, kızım Karina nerede?"

Valeri, Mark'a baktı fakat Mark kafasını iki yana salladığında sessiz kaldı. Bunun üzerine Salvador sabırsız bir nefes alıp dizini kaldırdı, sertçe adamın suratına bastırıp bağırmasını sağladı. "Bir daha soruyorum, Karina nerede?"

Rüzgârda sızlayan dudaklarımı ısırarak ileriye baktım. Noah, uzaklaşan Deren'e doğru yürüyordu. Deren bir sigara çıkarmıştı, ateşin parıltısını görüyordum. Burayı dinlerken sessizce konuşmaya başlamışlardı. Deren'in sigara tabletini cebine koymadan önce Noah'a da teklif ettiğini görmüştüm.

Tekrar önüme dönünce Salvador'un Valeri'yi şiddetle dövdüğünü gördüm. Enrica, adam sandalyeden düşmesin diye tutuyordu. Tekrar yaklaşıp Mark'ı sarsmak istiyordum ama bayılma raddesine gelmişti, öldürmek istediğim adama bir şey olmasından korkuyordum. 

En köşede duran Andrei'ye ilerledim. O gözlerini kocaman açmış, Valeri'yi döven Salvador'u izliyordu. Yaklaştığımı görünce bana döndü gözleri. Son yirmi dört saat içinde öğrendiklerimden birisi her şeyi başlatanın o olduğuydu. Gözlerine, bir şeytana bakıyormuş gibi bakıp, "Sen söylemeseydin her şey daha farklı olacaktı," dedim. Sonra üzerine atlayıp suratına yumruğumu geçirdim, yüzünün diğer tarafına tokat attım, boğazını tutup sıktım. "Kızım yanımda olacaktı, acı çekmeyecek, hayatını yaşayacaktı! Kalbimi söküp aldınız ellerimden, üstelik bir de görebilecekken görmemi engellediniz! Neden, o tecavüzcü babanı öldürdük diye mi? İyi yaptık! Yine olsa yine yapardık!"

Onu, her bir taraftan dövdüğümü, yumrukladığımı, tokatlara boğduğumu elimde biriken kanla beraber anladım ve bir gölge yaklaşıp, "Sakinleşin efendim," dediğinde korumam olduğunu anladım. "Kendinizi üzmeyin. Hepsi hak ettiği ölümü tadacak."

Dönüp konuşan korumamıza baktım, bana bunları söylerkenki üzüntüsü ve içtenliğini takdir ederek onu aklıma kazıdım. Ardından kan kusan Andrei'ye döndüm ve o soğukta, acıdan titrerken saçının arkasından çekip suratına tükürdüm. "Değdi mi orospu çocuğu? Babanın intikamını alacağım derken sen de acı içinde öleceksin. Her gün, farklı bir şekilde. Mesela bu gece donacaksınız, ölmeye yakın belki kurtarırım sizi."

Saçlarını bırakıp geriye çıktım ve bana dönen Salvador'a bakarken, buraya yaklaşan Noah ile Deren'i de gördüm. Gözlerimiz Deren’le çakıştı ve aynı zamanda, "Bir şartım var," dedi Mark'ın cılız sesi. Kan öğürünce hepimiz ona baktık. Başını kaldırdı, şişmiş gözleriyle beni aradı ve bulunca sırıttı. "Hakkım olanı verirsen, benimle sikişirsen Karina'nın yerini söylerim."

Önce rüzgârın uğultusunu dinleyebileceğim bir sessizlik oluştu. Sonra yerdeki yaprakları savuran adımları gördüm ve Deren Mark'ın üzerine atladığında, ikisi birden yere yapıştı. Noah ve Salvador önce onlara, sonra birbirlerine baktılar. Bu teklif karşısında ben ve abilerim de hareket edecektik ama Deren öyle hızlı aksiyon almıştı ki, abilerime yalnızca Mark'ı onun elinden almak kalmıştı. 

"Deren," diye bağırdım ama o beni duymadan silahına uzanınca, Salvador abim üzerine doğru koştu. Mark'ın üzerine oturmuş, küfürler yağdırarak silahını çıkaran Deren'i omuzlarından kavradı. Çekmeye çalışarak bağırdı. "Bırak! Öldüreceksin, geri dönüşü olmayacak hiçbir şeyin!"

"Bırak gebersin! Zaten söylemeyecek! Duymuyor musunuz ne dediğini?" Sanki durdurduğu için Salvador'a da öfkelenmişti. "Kimse Karmen'e böyle bir şeyi teklif edemez, öyle adamın hayatını yakarım! Bırak beni Salvador!"

Abime ilk kez adıyla hitap etmişti. 

Bu ufak detaya takılarak yanlarına ilerledim ama Noah elimden tutup beni bekletti. Benim de dahil olmamın olayı büyüteceğinden endişe duydu. Mark, Deren'in ağırlığı altında inlerken, "Her şeyi öğrendikten sonra istediğimiz kadar, istediğimiz şekillerde öldüreceğiz zaten onu," dedi. "Şimdi bırak, ertele, dayan. Bak, Karmen her şeye rağmen dayanıyor."

Deren, abime vermemek için sıkıca tuttuğu silaha ve sonra omzunun üstünden bana baktı. Deren'in en belirgin özelliği çabuk kızıyor olmasıydı, ateş misali parlıyordu, soyadının hakkını veriyordu. Gözlerimiz birleşince ne yazık ki Mark'ın yaşamaya devam etmesine duyduğum ihtiyacı okudu, lanet edip küfretti ve silahı Salvador'a verip Mark'a döndü. Yumruğunu vuruşundaki sertlik bir yankı çıkardı. "Sen değil gerçeğine, rüyanda bile dokunamazsın ona.”

Bunu söyledikten sonra kalkacak sandım ama bir yumruk, iki yumruk derken tekrar onu dövmeye başladı. Salvador abim bağırıp omuzlarından daha sıkı çekmeye başlayınca Noah yardıma gitti, ikisi birlikte onun deli kuvvetiyle baş etmeye çalıştı. Omuzlarından sürükleyerek çektiklerinde Deren hâlâ ona lanet okuyordu. "Benim, benim, benim! Karmen’le ben birbirimize aitiz! Bir daha o kelimeyi, Karmen'in adıyla bir arada kullanmayacaksın! Hatta adını dahi kullanma, onun ve Karina'nın adını bile aklından geçirme!”

Sinirden Türkçe konuşuyordu...

Abilerimden sonra böylesine vahşi bir adama sahip olmama şaşırmıyordum. Bayılmasına saniyeler kalan Mark'a ve diğerlerine bakıp bir süre uzaklaşmak için arkamı döndüm. Fakat attığım birkaç adımdan sonra geri döndüm, Mark'ın yanına ulaşıp tekmemi karın boşluğuna geçirdim. "Bir daha benim bedenimle alakalı bir koşulda bulunayım deme."

Sanki vurduğum tekme vücudundaki bir şeyi tetiklemiş, bu yüzden tekrar kan kusmuştu. Bu cani herife bakmaktan bulanan midemi tutarak arkamı döndüm, kafamı toparlamak için dağ evine ilerlerken Enrica'nın da benimle yürüdüğünü gördüm. "Efendim. Sizin için en yakın yerleşim yerinden kıyafet aldırdım. İçeride."

"Kim sana bunu yapmanı söyledi?"

"Geldiğimizde, Noah Bey."

Mark ile Valeri'yi konuşmaya nasıl ikna edeceğimi düşünerek dağ evine girdim. Bir koruma içerideki şömineyi yakmıştı, sıcaktı. Koltuktaki paketi görünce alıp yukarıya çıktım, boş odalardan birisine girerken kendimi teselli ettim. "Tamam, Mark yerini söylemiyor ama bu kızını görmene engel değil. Karina'yı bulacaksın."

Islanmış, is sinmiş kıyafetlerimi çıkarıp paketi yırttım. Bir kırmızı, boğazlı kazak ile geniş paça pantolon gördüm. Buldukları en basit şeyleri almışlardı. Onları iç çamaşırlarımın üzerine geçirip yerdeki çiçekli elbiseyi aldım, odadan çıkıp koridorda banyoyu aradım. Üzerindeki is lekelerinin kalıcı olmasından korkarak elbiseyi soğuk suyun altında yıkamaya başladım. Bir daha giyemeyecek olmak istemiyordum. Elbisemi seviyordum. 

"Nasıl konuşturacağım Mark'ı? Evini arıyorlar ama ya bir şey çıkmazsa? Başka kim biliyor olabilir ki?"

Tüm bu sıkıntıları, atlayacağım eşikleri düşünüyordum ama sonra Karina'yı görebileceğimi...

Belki son bir defa ama işte bir defa olsun görecektim.

Kıkırdamaya başlayıp elbiseyi bir kez daha yıkadım, ardından suyunu sıkıp banyodan çıktım. Aşağıya inip kuruması için şöminenin önüne bırakırken, "Enrica," diye seslendim dışarıya. Yarım dakika geçmeden kapı aralandı ve Enrica kafasını içeriye uzattı. "Efendim?"

"Helikopterden ilkyardım çantasını getir ve Deren'i buraya yolla."

"Hemen."

Kapı kapanınca ellerime düşen ateşin gölgelerine baktım. Yıkadığım için kızarıktı, sıyrıklar ve yaralar vardı. Yüzümde bir gülümsemeyle yanan odunları izlerken dışarıdaki bağırtıları duyuyordum. Son saatlerim hâlâ bir rüyanın içinde gibiydi, uyanamıyordum.

Bir telefon çalma sesi duyunca kaş çatarak etrafımda döndürdüm başımı ve çantamı koltuğun üstünde gördüm. En son helikopterde bırakmıştım, getirmişlerdi. Uzanıp çalan telefonumu çıkardım ve arayanın İtalyan numarası olduğunu görüp merakla açtım. "Evet?"

"Karmen," dedi Carlos. "İyi akşamlar."

Carlosi Karina'nın babasıydı, öyle heyecanlı ve şaşkınken olanları anlatmak aklıma gelmemişti. Konuyu nasıl açacağımı düşünürken, "İyi akşamlar," dedim. O sırada dağ evinin kapısı açılınca da girene baktım. Deren geniş omuzlarıyla tüm girişi kaplayarak içeriye girdi. "Ben... Aslında seninle konuşmam gerekiyor."

"Benim de seninle," dedi, ardından bir duman çekişin sesi geldi. Puro içiyor olmalıydı. "Konuştuğumuz gibi Karina'yı görmek istiyorum, fotoğraflarını ve daha fazlasını. Malikâneye gelmek istiyorum, gelirsen eve alırım demiştin."

Deren gözlerini kısarak yanıma yürüdü ve eğilip çantayı bırakırken gözleri şömine önündeki elbisede bir tur attı. Doğrulup tepemde dikilmeye başlarken de yumruklarını yanında sıkıp gevşetti. "Carlos, aslında gelmen gereken başka bir yer var."

Çatlayan sesimi ve heyecanımı algılamış olmalı ki, "Ne oldu?" diye sordu.

"Telefonda anlatamayacağım şeyler," dedim ve hakkı olduğu için, Karina huzurlu hissetsin diye söyledim. "Rusya'dayım. Bir dağ evinde. Helikopterin uygunsa buraya gelmelisin, sana anlatacaklarım var."

"N'oldu?" diye sordu Carlos, endişeyle. "İyi misin? Yalnız mısın?"

"İyiyim," dedim ve gülümseyerek ateşe baktım. "Bu Karina ile ilgili. Gelmek istersen anlatacağım."

"Koordinatları mesaj olarak yolla, birkaç saate geleceğim."

Aramayı kapatıp telefonu yere koyarken Deren sessizce beni izledi. Mesajı atarken de sadece izledi. Getirdiği ilkyardım çantasını açarken konuşma kararı alıp, "Buraya mı geliyor?" diye sordu.

"Evet, bunları öğrenmesi gerekiyor," dedim.

"Evet, babası," dedi.

Gözlerimi kaldırıp baktım. "Elini yüzünü yıkayıp gel, pansumanını yapalım."

Gergin şekilde avuçlarına baktı, sonra da kulağının altındaki yaraya dokunup arkasını döndü. Benimle son bir günde o da fazlasıyla şey yaşamıştı. Yorulmuş olmalıydı, ondan önceki gece de hiç uyumamıştı.

Deren geri dönene kadar yaşadıklarımı, kızımı ve onu düşünerek geçirdim dakikaları. Gelip söylediklerimi aklımda tutmuş gibi karşıma oturdu. Ben çantada bir yanık kremi ararken de izleyip durdu. Otururken, yürürken, bir odaya girerken o kadar yer kaplıyordu ki, yakınlaştığında ondan başka bir şey göremez oluyordum. Yanık kremini bulup çıkardım ve temizlenmiş yüzüne gülümseyerek baktım. "Senden bu temiz kokuyu almayı sebepsizce çok seviyorum," dedim.

Deren gülmem karşısında ne düşüneceğini bilemiyor gibi gözlerini kısarken çenesinin altından tutup yüzünü çevirdim. Alevlerin ışığı sayesinde yarasını görüyordum. Derisinin üstünde kabarcıklar oluşmuştu, ne yazık ki geç kalmıştım. Yine de kremi hafif hafif sürerek, "Su toplayacak," dedim. "İltihaplanmasa bari."

"İğrenir misin benden?"

Böyle şeyler nereden geliyordu aklına? Yarasını tamamen merhemle kapatıp, "Hiçbir durumda senden iğrenmem," dedim.

"Tamamen yarayla kaplı olsam bile mi?" dedi, ciddi ciddi düşünüyormuş gibi.

"Öyle olsan bile," dedim, onun nefesi yanağımı ısıtırken. Şömineden vuran ateş de diğer tarafımı ısıtıyordu. "Nereye varmaya çalışıyorsun?"

Alakasız şekilde, "Sana," dedi. "Sana varmaya çalışıyorum."

Olur olmadık zamanlarda kızıp olur olmadık zamanlarda aşkının dile gelmesine alışamıyordum. Ürpermiş hissederek biraz geri çekildim. "Başka bir yerinde yanık, yara var mı? Gözden kaçırmışsındır belki."

"Görünen yerlerimde yok sanırım," dedi, yüzümü izleyerek. "Kıyafetlerimin altında var mı bilmiyorum. Soyunabilirim, bakarsın."

Saatlerdir her şeye güldüğüm gibi buna da gülümsedim ve Deren bir daha gülüşüme takılı kalırken çantadan bu kez ağrıkesici çıkardım. Ona, "Hâlâ ateşin var," diyordum ki aniden yüzümün altından kavradı ve beni kendi suratına doğru çekerek nefesimi keserken, "Bir daha söyle," diye fısıldadı.

Gelen yakınlaşmanın etkisiyle karnım kasıldı ve gözlerimi yüzünün aşağısına, dudaklarımın iki santim önündeki dudaklarına odaklamamak için direndim. "Neyi bir daha söyleyeyim?"

Gözlerini gözlerimden ayırmadan, "O söylediğin," diye fısıldadı hararetli şekilde. "Bir daha söyle, yüzüme bakarken."

Neyden bahsettiğini gerçekten anlamıyordum, bu yüzden tavrına verecek bir karşılık da bulamıyordum. Ateşlendiği için sıcacık olan elinin sert tutuşu başımı döndürdü ama nerede olduğumuzu, neyin içinde olduğumuzu hatırlamanın yararı vardı. "Sana ne söyledim ki?"

Bir anda gözleri daha da alevlendi. Kara kaşlarını çattı. "Oyun mu oynuyorsun?" 

"Delirdin herhalde," dedim bu kez kızmaya başlayarak. Bileğinden tutup elini çenemden indirmesini sağlarken, başparmağı altdudağıma değdi ve gözlerimiz bu kez huzursuzca birbirimizin dudaklarına indi. "Sana ne dediğimi hatırlamıyorum. Kötü bir şey mi söyledim?"

Bileğini sertçe indirince eli çenemden kopmuş oldu. Dişleri arasından nefes alarak başını şömineye çevirdi ve alevler onun yüzüne yansırken bu huysuzluğuna anlam vermeye çalıştım. Son saatlerde ağzımdan ne çıktığını ne dediğimi gerçekten hatırlamıyordum. Ayaklarım mutluluktan yerden kesilmişti. Sırtını, arkasındaki pufa yaslayıp ensesini kaşımaya başladığında içimi çekip çıkardığım ağrıkesiciyi uzattım. "Bunu iç, ateşin düşmemiş, iyi bir dinlenmeye ihtiyacın var."

Kendi kendine, "Hatırlamıyor," demeye devam ediyordu.

"Aaa Deren! Ateşten sanrı falan mı gördün? Neyi hatırlayacakmışım?"

Bir an duraksadı, küçük bir baş hareketiyle döndü bana. "Hayal mi gördüm? Ateşlenince olur mu bu tarz şeyler?"

"Olur ama ileri derecede ateşlenince, sen o kadar ateşli değilsin."

Kafası karışmış görünerek tekrar şömineye dönerken ne düşündüğünü merak ediyordum. Tekrarlasa ne söylediğimi bilirdim ama onu da yapmıyordu. O sırada çalan telefonuna uzanınca ben de ilacı bir daha uzattım. "Nil mi?" diye sordum. 

Aramayı sessize alıp telefonu yanına bıraktı. "Nalan."

Merak edip sordum. "Bu saatte neden arıyor?"

İlacı içip yutkunurken, "Nil ile konuşmak için her akşam arar," dedi.

"Burada olduğunuzdan haberi var mı?"

"Sayılır."

"Nasıl getirebildin?" diye sordum. "Velayeti onda değil miydi?"

İlkyardım çantasını kapatıp kenara koyarken ellerimi beni çağıran ateşe doğru uzattım. Parmaklarım ısınırken, "Son yaşananlardan sonra aldım," dedi. "Hafta sonları ya ben Nil'i götüreceğim ya da o gelecek. Henüz İtalya'da olduğumu söylemedim, iş için başka bir ülkede olduğumu sanıyor."

Velayeti almasına onun adına sevinmiştim ama Nalan kesin kızını çok özlüyordur. Her gece kızını aramasını anlamış olsam da, "Utku'yu da arayabilir," demeden duramadım. "Utku'yu arayıp Nil ile konuşabilir."

Ben ateşi ve odunu izlerken o beni izleyip, "Böyle mi söyleyeyim?" diye sordu. Belki o da kendisini yakan ateşi izliyordu. "Akşamları beni değil Utku'yu mu aramasını söyleyeyim?"

"Yapar mısın ki?"

"Yaparım," dedi.

Karnımı kasan o duygu sebebiyle yüz buruşturup parmaklarımı avuçiçlerime kapatırken, "Hayır," dedim. "Böyle söyleme. Siz... anne ve babasınız. Seni araması normal. Yani kendimi böyle düşünmeye ikna edebilirim." Bir çocuk için –ki bu çocuk Nil ise– duygularımı bastırmaya çalışırdım. 

Aniden ileriye yaklaştı ve ben yüzünü yüzümün önünde hissederek nefes almayı keserken, Deren omzuma düşmüş bir tutam saçımı alıp ağır ağır kulağımın arkasına koydu. Kulak mememi okşadığında gözlerim yumuşakça kapandı. Seninim. Yalnız seninim.

Bunlar kalbime kapatıp saklayacağım bir çift sözcük oldu ve Deren alnını şakağıma yaslayarak yutkunurken nefesi tenimi ısıttı. Bu yakınlığın verdiği teslimiyet duygusuyla vücudum gevşerken, Deren sanki yapmak istediklerini yapamıyormuş gibi huzursuzca inleyip geri çekildi. Sırtını tekrar pandufa yaslayıp şömineye doğru bakarken ensesini kaşıdı.

Kalkık burnuna, sıcakta pembeleşmiş dudaklarına bakarak odadaki sıcak havayı ciğerlerime çektim. Saçları çok az uzamıştı, parmaklarımla tutabilir miydim acaba? Kafasındaki yaranın izine bakarken, "Baban neden ortalıkta yok?" dediğini duydum. "Sen, abilerin böyleyse baban nasıldır tahmin ediyorum. Neden tüm bu olanların dışında? Onu hiç görmedim bile."

"İstese de yapamıyor," dedim. "Babam kalp krizi sırasında felç geçirdi. Yürüyemiyor, odasından ayrılmıyor, güçlükle konuşuyor."

Havayı, Deren'in şaşkın nefesi doldurdu. "Hiç söylememiştin. Ne zaman?"

Zamanını hatırlamak neden olduğunu hatırlamamı da sağladı. "Ben İtalya'dan ayrıldıktan sonra aileme de izimi kaybettirmiştim, söylemiştim. Fakat onlar beni arıyorlardı. Beni ararlarken de yanlış bir duyum almışlar, öldüğüme dair. Bu şekilde olmuş, kalp krizi geçirirken vücudunun sol tarafına inme gelmiş."

Bir süre sustu. Sonra, "Üzüntüden kalp krizi geçirdiyse seni çok seviyor olmalı," dedi.

"Sanırım bu yüzden Carlos'a taviz gösteriyorum. Tabii, ona göre de o bana taviz gösteriyor. Kızım babası tarafından sevildiğini hissetsin istiyorum, artık çok geç olsa da..." kızımın yüzü karşımdaymış gibi gülümsedim. "Babamın sevgisi bana hep güvende hissettirdi, sonra senin Nil'e olan sevgine, bağlılığına şahit oldum. Kızımı bu duygudan uzakta tuttuğum için telafi etmek istiyorum galiba..."

Konuyu babamdan Carlos'a sürüklememe kızmış mıydı bilmiyordum ama bir anda çenem açılmıştı. Karina'mın nerede olduğunu düşünerek oflarken, Deren uzun uzun yüzüme baktı. "Ama Karina'yı Carlos'tan önce ben görmek istiyorum."

Bu isteğindeki çekişme ve kıskançlığa gülümsedim. Bir gündür hiç gülümsemediğim kadar gülümsüyordum. Bu Deren'de de aynı hayreti oluşturmuş olmalı ki, "Seni böyle gülümserken ilk kez görüyorum," dedi. 

"Sana hiç mutlu gülümsemedim değil mi?"

"Hiç."

Birkaç kez gülümsedim ama mutlulukla değil ve bu onunla da alakalı değil.

"Kızımı göreceğim, hayal gibi." Durduramadığım gülümsemem yanaklarıma yayılıyordu. "Mark konuşmuyor, yerini söylemiyor ama Karina'yı bulacağız elbette. Şimdi sadece kızımı tekrardan göreceğim o an için yaşıyorum."

Deren'in her şeye rağmen acıma duyduğu saygıyı derin derin bakan gözlerinde gördüm. "İçin yaşadığın başka bir an var mı?"

Birkaç an daha olsa da yalnız omuz silkip şömineye döndüm. Karina'mı göreceğim o anın aşkıyla, "Aylarca o mezara gittim, kızımla konuştum, meğer hepsi boşaymış," dedim. "Üzülmedim ama sonuçta kızımı tekrar göreceğim. Hem... Karina Edip'in sıktığı o kurşunu da hissetmemiş olacak, belki ruhu hissedip acı çekmiştir ama en azından Edip amacına ulaşmadı. Fakat yine de canım çok acıdı, o kurşun sanki beni delip geçti. Bu yüzden ne olursa olsun Edip'i öldüre..."

"Bir saniye, bir saniye..." Deren araya girip bir anda yüzüme yaklaştı. Gözlerimi kaydırınca gözbebeklerinin genişlediğini gördüm. "Ne dedin, tekrarlasana."

Bunu Deren'e daha önce anlatmadığımı unutmuştum. Doğru, ilk kez duyuyordu. İrkilmesine bakacak olursam Edip'in yaptığı şey gerçekten korkunç bir şeydi. Dizimi tutuş şekline bakıp kocaman açtığı gözlerini izledim. "O gece beni alıp geldiğinde gerçekten kendimi vurmak üzereydim. Çünkü biraz önce Edip Karina'nın mezarına kurşun sıkmış, kendimi öldürmezsem devam edeceğini söylemişti. Yanıma geldiğinde hayatımı kurtardığına değil de Edip o gece bir daha o kurşunu sıkamayacağı için sevindim."

"Sen, sen," diye kekeledi, dudakları güçlükle kıpırdıyordu. "Bahsettiğin kurşun bu muydu? Kurşun sıktı dedin."

"Sen de acısız ölemezsin dedin, sanki yeterince acı çekmemişim gibi..."

Duyduklarına inanamamış gibi bir hale büründü. Sarsılmıştı, yüzü beyazladı. Omuzları gücünün iki katı efor sarf ederek inip kalkıyordu. Diyecek bir şeyi varsa da zaman aldı, ben de dönüp tekrar alevlere baktım. "Bu... yaptığı o kadar korkunç bir şey ki, ben aklımdan bile geçirmedim bunu yapmış olabileceğini."

"Sanki bedeni hiç acı çekmemiş gibi kızımın ruhunu da huzursuz etmek istedi."

Deren sessizce inleyip, "Nasıl yapar bunu?" dedi. Nefesi hâlâ yüzüme çarpıyordu. "Hiç söylemedin! Hiç! Neden söylemedin Türkiye'deyken cezasını vereyim onun!"

Yüzümü izlediğini anlayınca gerçekten gözlerini görmeyi istedim. Kimse kalmadığında, ben bile bende kalmadığımda onun gözlerinin hâlâ bende olduğunu hatırlamak istiyordum. "Kızının dedesi, öldüremezsin."

"Yaşlı bunak! Birkaç seneye kendisi ölür zaten, şimdiden öldürürdüm! Nil'e de bir şekilde onu bir daha göremeyeceğini açıklardım," dedi ciddi ciddi.

"Benim için öldürüyorsun, benim için ölüyorsun. Sözlerinin arkasında hep böyle durur musun?"

Gözlerini sertçe yumarak başını bir daha eğerken alnında bir damar zıplıyordu. "Nasıl, nasıl hiç aklıma gelmedi," diye kendine kızdı.

"Bu çok canice, sen ise merhametlisin. Ölmüş bir çocuğa bunun yapılmış olabileceğini aklından bile geçiremezsin."

Kendine daha da kızarak, "Yine de öyle demenden anlamalıydım, o perişanlığından anlamalıydım," dedi. "Kendi acımdan başka hiçbir şeyi görmüyordum."

Bu söylediği üzerine, "Sana bu kadar şeyi yaşatırken benim de gözüm kendi acımdan başka şey görmüyordu," dedim.

Deren kafasını kaldırıp geri çekilirken iki yanımda duran yumruklarıma baktı. Gözleri sağ elimin üstüne kilitlenip kaldıktan sonra oturduğu yerden hışımla doğruldu. Kendi elleri de benimkiler gibi yumruktu. Onları sıkıp gevşeterek odanın içinde dört döndü, dudaklarının arasından birkaç lanet ve küfür daha savruldu.

"Nil, dede diyerek bu adamla görüşemez. Bu adam içindeki öfkeyi, vahşeti kızıma da yayar, ona da kötü düşünceler edindirir."

"Yakında öldüreceğim için zaten pek görüşemeyecek."

Durup bana doğru baktı. Göğsü hızla yükselirken yanakları daha da kızarıyordu. "Bu insanı delirtir Karmen, böyle bir şey insanı delirtir."

"Aklı başında mı görünüyorum?"

Acı çekiyormuş göründü. Bu yumruklarına yansıdı, daha da sıktı. Başka bir ruh halinde sürükleniyordu, yutkunurken zorlanıyordu. Kafasını iki yana sallayıp arkasını döndü, başını kaldırıp derin derin nefesler aldı. "Ne kaldı Karmen? Yaşamadığın daha ne kaldı?"

"Sen, sadece sen. Bir tek seni yaşamadım ben."

Aramızda hiçbir sır olmadan, tam teslimiyetle bir şeyler yaşamamıştık. Hep kendimi, duygularımı tutmuştum, yanında uyumamaya çalışıp uyuyakalmıştım. Şimdi aramızda sırlar yoktu ama tekrardan eskisi gibi hissedebilir miydik? 

Deren'in telefonu bir daha çalarken düşüncelerim arasında boğulmuş şekilde doğruldum. Camlardan dışarıya bakınca Salvador ile Noah'ın hararetle konuştuğunu duydum, sandalyedekiler baygın gibi görünüyordu. Mark'ı konuşturacak bir şey, korumalardan bir haber beklerken telefonun hâlâ çaldığını duyup Deren'e döndüm. Çalan telefonuyla bana bakıyordu. "Açsana."

Altdudağını ısırıp iki büyük adımda yanıma geldi. Telefonu uzattı. "Hadi, sen aç."

Ekranına bakınca aramanın Utku'dan geldiğini gördüm. Onunla konuşmamı istiyor olmasına afalladım ve az önce konuştuklarımızın üzerine denk gelmesi karşısında duraksadım. "Üzüldün mü bana? Bu yüzden mi yapıyorsun? Acıdın mı?"

"Acımadım."

"Acıdın," dedim.

Daha ısrarla uzattı. "Kapanacak, üzülecek, hadi."

Telefonu açtım. Kulağıma yasladığımda önce Utku'nun sesini duyacağım sandım ama Nil'in, "Baba," diyerek ağladığını duyunca kalp atışlarım hızlandı. "Hani gelecektin baba? Yüz saattiy seni bekliyoyum! Beni bırakıp gittin mi yoksa?"

Doğru, Deren dünden beri onu görmüyordu. Canım benim, terk edildiğini mi sanıyordu? İçim sızlarken, "Hoparlöre al," dedi Deren ve ben Nil'e cevap veremeden dediğini yapıp telefonu indirdim. Artık ikimiz de duyabilirdik. Heyecanla, "Nil," dedim. "Benim."

Karşı tarafta sessizlik oluştu. "Sen kimsin? Kadınsın! Babamın yanında n'apıyoysun?"

Sesimi tanımamış mıydı? Belki de benim mutlu sesimi hiç duymadığı için tanımamıştı. "Benim," dedim. "Benim, Karmen. Beni tanımadın mı Nil? Aşk olsun."

"Aaa!" Bir çığlık atınca Deren’le aynı anda ekrana baktık. Az önceki ağlaması dinmişti. "İnanamıyoyum! Kaymen! Ben babamı aramıştım, nasıl sen çıktın ya? Salak Utku yanlış mı aramış ya!"

Deren rahatsızca bir telefona bir bana bakarken, her an aramayı kapatacakmış gibi görünüyordu. Fikri değişmeden konuşup, "Ben babanla beraberim," dedim. "O da burada, seni duyuyor."

"Aaa," dedi tekrardan ve bunun hakkında ne düşünmesi gerektiğini bilmiyormuş gibi sustu. Bu sessizliği tedirginlikle karşıladığımda, "N'apıyoysunuz ki?" diye sordu. "Babacığım, beni duyuyor musun?"

Deren sesini yumuşattı. "Babacığım, tırtılım, buradayım."

"Ay ben çok şaşırdım," dedi, sesi de hâlâ şaşkın çıkıyordu. "Siz beyaber n'apıyorsunuz?" Cevap almadan konuştu. "Baba, ben sana beni Kaymen'e götür dedim! Sen kendin gitmişsin! Aşk olsun baba!"

Nil'in o tatlı sesini, tepkilerini öyle dinlemiştim ki gülümseyerek elimi dudaklarıma kapattım. Deren buna cevap veremezmiş gibi rahatsız görününce, "Sen beni mi görmek istiyorsun?" diye sordum muzip sesle.

"Kaymen!" dedi coşkuyla. Arkadan boğuk sesler duydum, Utku da devreye girmiş olabilirdi. "Sen neyedesin? Ben de yanınıza geleyim mi?"

"Nasıl geleceksin?"

"Yolu tayif edebiliy misin?"

Sanki gelebilirmiş gibi tarif istemesine sesli güldüm. "Evden çıkıp sola döneceksin, sonra yüz metre yürüyüp ardından sağ yapacaksın."

"Yemek yediğim elim sağ elimdi galiba, babam öyle demişti," dedi düşünüyor gibi.

"Nil," dedim Deren'in gözleri benden ayrılmazken. "Sen yalnız gelemezsin."

Duraksadı. "Utku'cuğum getiriy beni."

Deren elini ensesinde gezdirip dikkatle konuşulanları dinlerken, "Şimdi gelemezsin," dedim ve bir sır verir gibi fısıldadım. "Biz... babanla Karina'yı almaya gittik. Karina'yı aldıktan sonra baban eve geri dönecek."

Şaşırmış bir nefes aldı. "Kayina mı? Yanınızda mı? Telefonu veysene konuşayım." Neşeli neşeli bağırdı. "Ayy Kayina'yı getirir misin Kaymen? Sen de gel. İkiniz de gelin."

Kendimi onu üzmeyecek bir cevaba hazırlarken, Deren huzursuzca eğildi ve telefonu bir çırpıda elimden aldı. Arkasını dönerken telefonu normal konuşmaya aldı, böylelikle Nil'i duyamaz oldum. Kızgınca baktım fakat sonra bu kadarına bile müsaade ettiği için bir engeli daha aşmış hissettim.

Nil'e, onu yatıştırıp geri döneceğiyle ilgili söylediği sözleri dinledim. Kızı her ne demişse karşılık olarak da, "Tamam, ben sana telefondan masal anlatacağım," dedi. "Ama uyuyacaksın tamam mı?"

Dizlerimi kendime çekerek Mark ile ilgili düşüncelerime devam ederken Deren'in bana baktığını hissettim. Sonra tekrar telefona dönüp Nil'e kısık sesiyle bir masal anlatmaya başladığında gözlerimi kapayıp ben de dinledim. Karlar Kraliçesi masalını, Nil'i uyutmak için anlattı. Konuşmalarını dinlememden duyduğu huzursuzluğun farkındaydım, bu yüzden sesi gergin çıkıyordu. Fakat bir süre sonra masala uygun şekilde yumuşadı ve dakikalar sonra ancak telefonu kapattı.

Çenemi dizimin üstüne koymuş şekilde, "Masaldaki kötü cadı ben miydim?" diye sordum.

"Ne alakası var kızım?" dedi.

Sorumu böyle ciddiye almasına gülümserken Deren de bu tarafa yaklaşıp camdan dışarıya baktı, bir gelişme sezmediği için de dönüp koltuğa oturdu. Dirseklerini dizlerine koyup gergince parmaklarını ovuştururken, Mark'ın bildiğim tüm hayatını düşünmeye devam ediyordum. Deren'in bu gece bir daha sigara tabletini çıkardığını görürken yerimde daha fazla duramayarak doğruldum. Kasılan kollarımı ovarak odanın içinde dolaşırken Deren de gözleriyle beni takip etti. Mark'a daha fazla eziyetin ölümüne yol açmasından endişe ettiğim için üstüne gidemiyordum. Abimden, korumalardan bir gelişme beklemekten başka şey yapamıyordum. Belki de gidip onlara katılmalıydım. Fakat Mark buradaydı, o konuşacak diye de ayrılamıyordum.

Karina bir yerlerde beni beklerken elimden gelenlerin sınırlı olması kahrediciydi.

"Karmen," diyen Deren'i duyunca irkilip ona baktım. Sigarasını bitirmiş, izmaritini şömineye atmak için doğrulmuştu. "Üçüncü kez sesleniyorum, duymuyor musun?"

Panik ve heyecanla, "Kızımı düşünüyorum," dedim. "Dante'den hâlâ haber yok, bekleyemiyorum."

"Kızım, demek ne güzel yakışıyor ağzına," dedi bir anda, başını önüne eğerek. 

Durup ona bakarken arkamdaki kapı açıldı. Yaman'ın girdiğini gördüm, ikimize göz atarak ilerledi ve şöminenin önünde ellerini ısıtırken, "Canını kurtarmak için konuşacak tek kişi Andrei," dedi. "Fakat o da Karina'nın yerini bilmiyor."

Aklıma takılan şeyi sordum. "O yangın neden çıkmış? Tam da biz oraya giderken. Andrei bize tuzak kurmuş olabilir mi?"

"İtfaiye sigortadan çıktığını söylemiş," dedi Yaman. "Doğrusu nedir bilmiyorum."

"Karina o civardaymış gibi hissediyorum," dedim. "Muhtemelen Andrei adresi karıştırdı, o ev Mark'ın yolunun üzerindeki evdi."

"Korumalar orada," diyerek sakinleştirdi beni Deren. "Her deliğe bakarlar."

Bir süre orada kalmış, sonra Mark'ı konuşturmak için gelmiştim buraya. Fakat belki de hata yapmıştım, kalmaya devam etmem gerekiyordu. Saç diplerimi stresle kaşırken, "Kalmalıydım," dedim. "N'apıyorum burada? Şömine önüne oturmuş, ısınıyorum. Çok aptalca!"

"Saçmalama," diye tepki gösterdi Yaman. "Elinden gelenin katbekat fazlasını yapıyorsun, biraz dinlendin, ısındın diye kendine haksızlık etme."

"Haklısın," dedi Deren.

"Sen de böyle düşünüyorsun değil mi?" dedi Yaman.

"Evet, evet," dedi Deren. "Kesinlikle böyle düşünüyorum. Haklıyız."

Yaman da onaylar şekilde kafasını sallayınca o ikisine dik dik bakıp tekrar şömine önüne oturdum. "Sorumsuz bir anne gibi hissediyorum böyle de."

"Yok artık," dedi ikisi de aynı anda ve birbirlerine kısaca bakıp bana döndüler. "Bak böyle saçmalayarak bizi sürekli fikirdeş yapıyorsun Karmen, saçmalama artık."

Yaman'ın söylediğine gülerken omuzlarım hafifçe hareket etti. Ellerimi birleştirerek avuçlarımı gerdim ve arkamdaki koltuğa yaslayıp bir haber beklemeye devam ettim. Yaman uzaklaşıp Deren'in yanına oturunca kızımı düşündüğüm için konuştuklarına pek kulak asmadım. 

Kafamı koltuğun arkasına koydum ve kollarımı etrafıma sararken bunlardan ziyade kızımı göreceğim ilk anı düşündüm. Rüya gibiydi, sanırım bu yüzden uyuyakaldım ve bunu bilincim açıldığında ancak anladım. Kendimi düz bir yüzeyde, tavana bakarken bulunca gözbebeklerim kocaman açıldı. Nerede, ne yaptığımı algılamak için yarım dakikaya ihtiyacım oldu ve o sırada gürültü duyup neler olduğunu anlamaya çalıştım.

Bu oda geçen gece Deren'in kaldığı odaydı, yattığı yataktı.

Gözlerimi ovarken camdan dışarıya baktım. Beni odaya Deren'in çıkardığı kesindi, gece lambasını açık bırakmıştı. Hava hâlâ karanlıktı, kalkarken duyduğum sesin uçaktan geldiğini anladım. Uçak... Abilerim, Deren bir yere mi gidiyordu?

Karina'mdan bir haber var mıydı?

Uyuyakaldığım için derin bir suçlulukla odadan çıktım, koridorda koşarak aşağıya indim. İçeride kimse yoktu. Kapıyı açıp çıktığımda önümü kapatan erkekleri görüp dikildikleri yere ilerledim. Alçalmakta olan uçak saçlarımı uçuştururken, yan yana duran Noah ile Deren'in arasına yürüdüm. Deren düz bir surat ifadesiyle bana dönüp bakarken Noah da kenara kaydı. Aralarından geçip ileriye baktığımda uçağın indiğini gördüm.

Gelen Carlos'tu.

Hostesin açtığı kapıdan çıkıp merdiveni indi ve karanlıkta sırasıyla bize doğru bakıp ilerledi. Hiçbir duygu hissetmeden yürüyüşünü izledim ve karşımda durduğunda gözlerinin arkama sabitlendiğini gördüm. Muhtemelen Mark ve diğerlerine bakıyordu. Bakışlarının donukluğu bunun karşılaşmayı beklemediği bir manzara olduğunu gösteriyordu. "Burada neler oluyor?"

Göz ucuyla sol yanıma, Deren'e bakıp ardından Carlos'un gözlerine döndüm. Üzerinde bir boğazlı kazak ile kaban, kot pantolon vardı. Saçları Rusya rüzgârında yoğun şekilde uçuşuyordu. "Mark ve korumasını, ayrıca Andrei'yi yakaladık gördüğün gibi."

"Andrei... o neden?" 

"Hamile olduğumu o söylemiş, ilişkimizi Mark'a o haber vermiş."

İçinde olduğu oyunun yeni hamlelerini gözleri kocaman açılarak karşıladı. "Ama... Andrei ile her karşılaştığımızda samimiyetle kucaklardı beni."

"Arkandan gülüyorlarmış demek ki."

Sandalyelerde donmak üzere olan, kendinden geçen adamlara baktı. Çenesinin keskinliği dişlerini ne kadar sıktığını gösteriyordu. "Kızımızın ölümünde onun da payı var diyorsun."

İşte burası... Kızımızın hâlâ hayatta olduğu kısmı, asıl öğrenmesi gereken buydu. Heyecanla kalbimi tutarken, arkamdaki derin nefes sesini duyup orada kalmak istesem de bir adım öne çıktım. Carlos diğerlerine yönelttiği öfkeli gözlerini bana çevirirken bakışlarında derin bir karmaşa ile acı vardı. "N'oldu?" dedi gülümsememi görüp.

Çaprazımda duran Yaman'ın Carlos'a dik dik bakarak Deren'in yanına, arkama doğru yürüdüğünü gördüm.

Deren'e eğilerek, "Safım belli," diye fısıldadı.

Deren'in üzerimdeki katı, hiç yumuşamazmış gibi görünen gözlerine baktım ve Carlos merakla bir daha, "N'oldu?" diye sorunca ona döndüm.

"Karina," dedim ve sesli güldüm. "O... hayatta, ölmüş ama aynı zamanda kalbi atıyor. Onu görebilirim, yani görebiliriz."

Carlos sanki karşısında konuşan bir deliymiş gibi inanamayarak geriledi. "Ne diyorsun kızım?" dedi.

"Yaman, sikeceğim," dedi Deren Türkçe.

Onu duymazdan gelmeye çalışıp Carlos'un haklı şaşkınlığına baş salladım. "Karina bitkisel hayata girmiş. Cihazlara, fişlere bağlı şekilde hayata tutunuyormuş. Gözlerini o günden beri hiç açmamış, Mark onu bizden saklıyormuş."

Carlos'un yüzü, bunları ilk duyduğumdaki gibi oldu. Sararıp kansızlaştı, omuzlarından bir baskıyla geriye çekilmiş gibi sendeledi. Ancak söylediklerimi kafasına oturttuğunda gelecek o huzuru bekledim ve bakışları abilerimin yüzüne çıkıp tekrar benimle buluştuğunda ciddiyetimin farkına vardı. Boğazdan gelen bir gülme sesiyle, "Ciddisin?" dedi.

Aynı şekilde gülerek, "Evet," dedim.

Carlos bir daha ileriye, sandalyedeki adamlara baktı ve ardından bana döndü. Geceye ışıltısını veren ay kadar parlaktı o an gözlerim. Carlos'un gerçekten şuurunu kaybetme düzeyinde bir şaşkınlık yaşadığını gördüm ve bana yaklaşıp sarıldığında ellerim aramızda yaslı kaldı. Hiçbir şey hissettirmeyen sarılmasını, mutluluğuna yordum ve tepkisiz kalarak çekilmesini bekledim. Fakat o daha coşkuyla çekti beni kendine, göğsüne yaslayıp ayaklarımı yerden kaldırırken, "Kızımı görebileceğim," dedi.

Fotoğrafını görmeyi isterken bizzat kendisini görecek olmak Carlos için büyük bir şanstı. Heyecanını, mutluluğunu anlayabiliyordum. Soğuk havadaki sıcak vücudundan uzaklaşıp ayaklarımı yere basarken, o da kollarını gevşetip gözlerimin içine baktı. "Nerede kızım?"

Noah, öne çıktı. "Mark yerini söylemiyor. Arıyoruz."

Carlos'un elleri omzumu okşayarak bıraktı ve tekrar ileriye, Mark ile diğerlerine baktı. Kalbi hızlı atıyordu, gözlerini hızlı hızlı kapatıp açıyordu. Benim ve Noah'ın yanından geçerken, "Ben onu konuştururum," dedi sertçe.

Noah arkasından yürüdü. "Bayıldı, daha fazlasını yaparsak ölecek Carlos."

Arkalarından baktım ve onlar Salvador abimin yanına gittiklerinde ortamın ateşiyle konuşmaya başladılar. Carlos, Mark'ı sarstı ama uyanmadı, belki de soğuk havada artık donmaya başlamıştı. Carlos'un burada olmasının kendim için bir artısı yoktu ama iyi ki buradaydı. Karina'nın babasının onu aradığını bilmesini, hissetmesini umut ediyordum.

Adım sesleri duyduğumda sol tarafıma doğru döndüm. Deren'in uzaklaşan ayaklarını izledim. Cebinden sigara tabletini çıkardı, sırtını ağacın birisine yaslayarak sigarasını içerken Yaman da bana yaklaşıp omzumu sıktı. "Kızın için yapman gerekeni yaptın."

Bundan emin şekilde başımı salladım ve ellerimi kollarıma sararken, koyu siyah saçlarımın rüzgârda uçuşmasını hissettim. Deren alnını kaşıyarak, uyanık kalmakta zorlanıyormuş gibi gözlerini açıp kapatarak sigarasını içti ve bir yenisini daha yaktı. Bu kadar dertli dertli içmesine üzülerek yanına yürümeye başladım. Ben varana kadar yürüdüğümü zaten fark etmişti. Gözlerinin ucuyla bakıp sırtını ağacın gövdesinde çevirdi ve diğer tarafa kaydı. Yanaklarımı şişirip ağacın etrafında dolandım ve diğer taraftan karşısına çıktım. Bir kez daha ağacın etrafında dolanıp benden uzaklaştığında, ayaklarımı yere vura vura son kez arkasından gidip karşısına dikildim. "Ne var?" dedi.

"Bir anda neden huysuzluk etmeye başladın?"

"Bir şey yapmıyorum," diyerek inkâr etti.

"Neden kaçıyorsun o zaman benden?"

"Kaçmıyorum."

Görüneni inkâr etmesinde anlam bulamayarak, "Deren," diyerek uyardım.

O da saçmaladığının farkındaymış gibi gözlerini sımsıkı yumdu. "Boş ver beni, huysuzluklarımı. Heyecanlısın, mutlusun. Öyle kal. Aksilik çıkaracak gün değil bugün, kusuruma bakma."

Gerçekten kızımla olan mutluluğumu, onu görecek olmamın heyecanını bozmaktan utanır gibiydi. Dudaklarından sızan dumanı takip edip uzandım ve kravatının ucunu elimin etrafına sarıp onu kendime çektim. Deren çıkıntılı zeminde sendeledi ve elindeki sigara yere düştü. Yere düşen sigaraya bakıp bir şeyleri yakmaması için topuğumla izmaritini söndürdüm ve Deren yalnızca gözlerimin içine bakarken parmak uçlarımda yükselerek dudaklarımı yanağına koydum. Ben onu, dudaklarımı sertçe bastırıp sesli şekilde yanağından öperken Deren'in nefesi bir inleme gibi ağzından kaçtı. "Teşekkür ederim," dedim, dudaklarımı öptüğüm yere sürtüp nefesimi vererek. "Karina'nın mezarına çiçek bıraktığını asla unutmayacağım. Benden en nefret ettiğin anda bile kızıma şefkat gösterdin, bu yüzden bir gün bana yalvaracağını da biliyorum."

Gözlerimi kapatıp kokusunu içime çektim ve ardından geriledim. Mesafeyi daha da açacakken belimi tutup vücuduna doğru yasladı. Ağırlığını, ne ara oluştuğunu anlamadığım sertliğini bacaklarımın arasında hissedince üst dudağımı ısırdım. Gözlerimiz birbirine bakıyorken ne hissettiğimi görüyordu. "Hâlâ sana yalvaracağımı mı düşünüyorsun?"

"Yalvaracaksın," dedim. "Hem de dizlerinin üzerine çökerek, gözlerimin içine bakarak."

"Ne için yalvaracağım?"

"Biliyorsun Deren. Sana söyledim. O hapishane ziyaretinde."

Gözlerini aşağıya, vücutlarımızın temas ettiği yere indirerek yanağını yanağıma sürttü. “Yalvarmayacağım."

"Yalvartacağım," dedim emin şekilde.

"Mesela nasıl?"

"Hem de seve seve yalvaracaksın," dedim ve kravatını bırakıp ellerimi yavaşça göğsünden aşağıya kaydırdım. Gömleği soğuk ama göğsü sıcaktı. Parmaklarım kemer tokasına kadar indi ve göz kırparak kendimi geriye çekerken elim kazayla sertliğine dokundu. O gözlerini yumup kafasını arkaya yaslarken, "Pardon," diyerek çekildim ve o bir daha tutmadan eve ilerlemeye başladım.

Sadece bir an dönüp baktım ona.

Kafasını iki yana sallayarak izliyordu.

Vücudumdaki o ürperişi, arzuyu bastırmaya çalışıp eve girerken Carlos'un Mark'ı dövdüğünü gördüm. Noah engellemeye çabalasa da o uyandırmaya, kendine getirmeye çalışıp bağırıyordu. Bana bir katkısı olmasa da kızını görmek için böyle sabırsız davranması beni mutlu etti. Karina'm hissediyorsa seviniyordur.

Kızım hissedemiyorsa?

İyi yanından bakacağım... Hiçbir şey hissetmiyorsa acı da hissetmiyordur.

Önüme dönünce Enrica'yla göz göze geldim ve sonra ilerideki korumaya göz atıp ona yaklaştım. "Şu koruma... adını hatırlayamadım." Başımı çevirip gösterdiğim adama baktım. "Maaş zamanında benim yerime bir jest yapıp iki maaş birden ver."

Enrica, bunu istememin kendimce bir sebebi olduğunu bildiği için derhal kabul etti. Yanından, omzunu sıkarak geçiyordum ki kararsızca dudaklarını araladığını görüp durdum. "Ne oldu?"

"Efendim..." mahcup görünerek başını eğdi. "Haddime değil ama kendime de bir maaş fazla verebilir miyim?"

Göz kırpıp başımı salladım ve tekrar eve girince ellerimdeki üşümeyi fark ettim. Şömine hâlâ yanıyordu, birisi odun atmaya devam etmişti. Telefonumu kontrol edip Dante'den bir arama var mı diye bakındım, olmadığını görünce de uzunca ofladım. "Neredeyse sabah oldu, saatler geçti, hadi artık..."

Kapı açıldığında hızla döndüm ve gelenin Carlos olduğunu gördüm. Hızlı hızlı nefes alıyordu. Kabanı üstünden çıkmıştı, elleri yumruktu. Kapıyı çarpıp bana doğru yürürken, "Ne zaman haberin oldu?" diye sordu. "Neden yeni söylüyorsun? Sevgilin... O bile burada fakat benim en son haberim oluyor! Ben Karina'nın babasıyım. İlk aradığın ben olmalıydım."

"Deren aynı zamanda korumam," diye düzelttim. "Onu özellikle arayıp söylemedim." Tabii, muhtemelen arayıp söylerdim. "Olay sırasında yanımdaydı. Evet, sana daha önce söylememem gerekirdi ama çok heyecanlıydım, aklımdan çıktı."

"Babasıyım, nasıl aklından çıkıyor?"

"Carlos, uzatma." Kaş çattım. "Haklı olduğunu söyledim, şu an sana mahcup olup özürler dilemeyecek kadar başka şeylerle meşgulüm."

Omuzlarını kaldırıp indirdi ve isterik bir ses çıkarıp camdan dışarıya baktı. "Neden koruman? Korumanla mı sevgilisin? Mark o gece, kızını kaçırdığın kadınla falan demişti? Evli mi o adam?"

Duyduklarının onu bu sonuca götürmesinden rahatsız oldum. "Evli bir adamla birlikte olacak değilim. Tamam, zamanında hiç hoş olmayan şeyleri seninle yaptık ama... ne olursa olsun hassasiyetleri olan birisiyim. Boşandı, bir kızı var. Gerisi de özel şeyler."

Bu konu hakkında başka şey eklemedi, ellerine doğru bakarak odanın içinde yürümeye başladı. "Nasıl bayılttıysanız uyanmıyor, ya da numara yapıyor. Konuşturmak lazım bu piçi."

"Hepimiz dövdük, üçünü de. Biraz kendilerine gelsinler, tekrar konuşturmayı deneyeceğiz."

"Ne yapmış olabilir?" dedi tedirginlikle bakarken. "Hemşiresin, bilirsin. Beyin ölümü ya da bitkisel hayat... Buna ne sebep olabilir?"

"Mark'ın anlattığın göre... Karina'yı boğarken... Beynine kan gitmediği için bilinci kapanmış. Ben... Karina'yı bulduğumuz an tanıdığım doktorlara muayene ettireceğim, Mark'ın söylediklerine çok güvenemiyorum." Acıyan gözlerimi ovuşturdum.

"Nasıl... Nasıl bu kadar oyuna geldik? Hem seni hem beni kandırdılar." Ellerini sinirle yüzüne çarptı.

"Andrei... yüzünden, onu da Mark’a yapacağım gibi işkenceyle öldüreceğim."

"Öldüreceğiz demek istedin sanırım?" Tüm bunların dışında bırakılmış olmaktan sıkılmış şekilde bana döndü. "Benim kızımın katilleri, onları öldürmek, cezalandırmak benim de hakkım."

"Mark'ı öldürmeyi kimseye bırakmam." Kızımı boğdu o, boğdu. Gözlerine bakarak öldürdü. Kemikleri boğazına kadar battı. Her birisini kırmalıyım o kemiklerin, kalbimin kırıldığı gibi.

"O zaman Andrei'yi de ben," dedi.

Kızımızın ölümünün getirdiği bu hesaplaşma midemi bulandırınca konuşmaya devam edemedim. Kollarımı göğsümün üstünde bağlayıp şömineye döndüm. Alevlerin kızışmasını izlerken kapı bir daha aralandı. Bakış açıma girene kadar Yaman olduğunu düşünmemiştim. Fakat Carlos'un önünden geçip ona, "Mal," derken kendisini görmüştüm.

Ben ona göz devirirken, "Ne diyor?" dedi Carlos, bana.

Yaman ona dik dik bakarken, aralanan kapıdan bir de Deren girdi. O da aynı şekilde Carlos'un önünden geçerken, "Mal," diye fısıldayıp geçti.

İkisinin psikopatlığına göz devirdim. "Dışarıda anlaşıp mı geldiniz?"

"Hayır," dedi Deren. "Görünen köy kılavuz istemiyor."

"Aynen öyle," dedi Yaman.

Carlos bir daha, "Ne diyor bunlar?" diye sordu. Sesinde küçümseme vardı.

Bir Yaman'a bir de Deren'e bakarak, "Önemli değil," dedim. "Sakin ol."

"Sakin olmasa n'olur?" dedi Deren, gözlerini Carlos ile aramızdaki mesafede gezdirerek. Sonra bu mesafeyi takdir etmiş gibi başını sallamasına ofladım. Ona gereken cevabı vermeden de telefon sesini duyup hareket ettim.

Hızla koltuğa eğilip gelen aramaya baktığımda Dante'den olduğunu gördüm. Diğerleri de aramayı duyup sessizleşmişlerdi. Titreyen bir dokunuşla telefonu açıp kulağıma koydum. "Abi?"

"Karmen," dedi, yüksek bir sesle. "Bir iz buldum."

Bir kaya parçası kalbimi yerinden itmiş gibi hissettim. "Ne? Karina'nın yeri mi?"

"Elimde iki adres var," dedi, heyecanlıydı konuşurken. "Mark'ın, evindeki yedek telefonunu bulduk, sık sık konuştuğu numaraların her birine baktık. Birisi var, bir doktormuş." Devam etti. "Onu baskına geldim, konuşturdum. Bana iki adres verdi, Karina'yı kontrole gittiği iki adres."

"Doğru mu söylüyorsun?" dedim gülerek.

"Canım?" diyerek yaklaştı Deren.

"Evet," dedi abim. "Bu adresin birisine biz buradan gideceğiz, siz de diğerine gidin."

"Tamam," dedim hemen. "Bize en yakın adresi atar mısın? Uzak olsa da fark etmez, her yere giderim Karina için."

"Tamam meleğim, adresin birini şimdi size atıyoruz, diğerine biz gideceğiz." Ekledi. "Hatta diğer adresi de atayım, orada bulamazsanız diğer adreste buluşuruz belki."

"İki adresten birindedir değil mi abi, bu kez boşuna ümitlenmiyorum?"

"Öyle olduğunu düşünüyorum, abilerine söyle, çok dikkatli olun."

Telefonu kapattığında heyecandan hareket edemedim, abimden beklediğim mesaj gelirken de Deren iyice yaklaşıp yüzüme düşen saç tutamını çekti. "Karmen, kötü bir haber mi canım?"

Dolan gözlerimi kara gözlerine kaldırdım. "Abim adres bulmuş, gitmemiz gerekiyor."

Dudağı kıvrıldı. Bana gülümsemesi nadiren gerçekleşen bir doğa olayıymış gibi hissettirdi. "Gidelim o zaman."

"N'oldu?" diyerek aynı merakla bize yaklaştı Carlos. Sol çaprazımda belirdi. "Karina ile ilgili bir haber mi?"

Aynı umutla ona baktım. "Evet, Dante bir adres bulmuş."

Gülerek, "Ciddi misin?" dedi.

Sesli güldüm. "Evet!"

Carlos bir an gerçekten aynı sevinçle bana sarılacakmış gibi hissettim ama Deren ona dönünce genzini temizleyerek geri çekildi. Arkasını dönüp sokak kapısını açtı, dışarıdaki korumalarına seslendi. "Pilota söyleyin, gidiyoruz." Bana döndü. "Hadi, acele edelim."

Karina babasının kendisi için heyecanlı olduğunu umarım hissediyordur.

Hislerin yoksa ben varım Karina, ben senin hissin de olurum hissizliğin de.

"Biz kendi uçağımızda gideceğiz," dedi Deren ama sanırım yine kızgındı, Türkçe konuşmuştu.

Kendi uçağımız?

Yaman da yaklaştı. "Nereye gidiyoruz?"

Onları bırakıp arkamı döndüm, evden koşarak çıktım. Soğuk havada hâlâ çaresizce diğerlerini konuşturmaya çalışan abilerime ilerlerken, "Dante aradı," diye bağırdım. "Adres bulmuş abi, oraya gitmeliyiz!"

Abilerim ve korumalar bir hızla bana döndü. Aynı anda öne çıktılar ve heyecanlı yüzüme bakarken, "Güvenirliği nedir?" diye sordu Salvador.

"Doktor bulmuşlar, sanırım Karina'nın doktoru..." oysaki kızımın tek doktoru, hemşiresi ben olmalıydım. "İki ayrı adres vermiş. Dante diğerine gidecek, biz de attığı bu adrese."

Noah gülmeye başlayarak yanıma geldi. "Yeğenimi almaya gidiyoruz!"

Lütfen bu kez doğru olsun, lütfen!

"Gidelim o zaman," dedi Salvador ve Enrica'ya seslendi. "Pilota söyle, helikopteri hazırlasınlar."

"Derhal."

Enrica ormanda koşarak uzaklaşırken, Carlos ve Deren'in arkamdan geldiğini hissettim. Noah dönüp sandalyede bağlı adamlara baktı. "Bunların yanında birinin kalması lazım."

Salvador abim, korumasının tuttuğu ceketi giyerek omzumdan arkaya baktı. "Deren, burada kal. Nöbet tut."

Deren'in sertçe attığı adımı duydum ama ondan önce ben, "Korumam benimle gelecek," dedim. Deren'in yanımda olmasını istiyordum. Buna ihtiyacım vardı. "Enrica ve birkaç koruma kalabilir. Zaten bağlı ve ağır yaralılar, kaçamazlar."

"Asla efendim," dedi korumalardan birisi.

Salvador abim böyle bir itirazdan hoşlanmadan korumanın verdiği silahı cebine yerleştirdi. "Bize ne faydası olacak Karmen? Burada kalmasını istiyorum, dedim."

"Benim korumam, benim kararım," dedim ve elimi korumama uzattım. "Çantamı ver."

Deren arkasına döndü. "Yaman, içeride, koltukta."

Abim, konudaki kararlığımı tartıyormuş gibi düşünceli şekilde bakarken, Carlos'un da ona ilerlediğini gördüm. "Sizin helikopteri takip edeceğim," derken Yaman evden geri döndü.

Çantam Deren tarafından bakış açıma girdiğinde alıp içini, silahımı kontrol edip, "Mersi," dedim.

"Rica ederim," dedi Deren ve yanımdan geçerken eğilip yanağımdan aniden, sert bir öpücük aldı. Gözlerim, abimin gözlerine bakarken büyüdü ve Deren dudağını geri çekerek önümden geçti. Helikoptere doğru giderken Enrica'ya seslendi. Yanağımdaki sıcaklıkla yutkunurken, Salvador'un ağzının açık kaldığını gördüm.

"O ne yaptı?" dedi Noah, dehşete düşmüş halde.

Salvador abim bir anda az önce beline koyduğu silahı çıkarıp Deren'e arkasından uzattığında, "Deren," diye bağırarak ona haber verdi Yaman ve böylelikle ben daha müdahale etmeden Deren arkasını döndü. Önce Yaman'a, ardından abimin doğrulttuğu silaha bakıp yaptığından memnun şekilde sırıttı.

Sinirle gözlerimi kısıp abimin önüne geçtim. "Lütfen, sırası değil. Gidip kızımı alalım."

"N'aptığını sanıyor? Bu yakınlık ne?"

Abi, biz seviştik bile.

"Şu an gerçekten bunu mu konuşacağız?"

Bana hak veriyormuş ama Deren'e tahammülü yokmuş gibi bakarak yanaklarını şişirdi. "Bu konuyu konuşacağız Karmen. Bu adam sınırlarını, ölçütlerini bilecek."

"Tamam, sonra öğretiriz," dedim saygımı korumaya çalışarak.

Noah da beni destekledi. "Hadi, Karmen'in mutluluğunu bozmayalım."

Salvador abim silahını beline koyarak yanımızdan geçti ve sinirle yürürken, iki koruma ona katıldı. Rahatlamış bir nefesle arkasından yürümeye başladığımda Noah benimle ilerledi. Yaman çoktan Deren'in yanına ulaşmıştı. Deren, sanki liderleriymiş gibi Enrica ve diğer korumaları yönlendiriyordu o sırada. Enrica da ona dik dik bakıyordu. 

Salvador’la Noah helikopterin merdivenini çıkarken, Carlos'un bana yaklaştığını gördüm. Kolumdan hafifçe tuttu. "Benim uçakta da yer var. Gelmek ister misin, hem konuşuruz."

"Kendi uçağımızda gitmek istiyorum."

Gözlerime uzun uzun bakıp sustuktan sonra, "Ambulans uçağı lazım," dedi. "Karina makineye bağlıysa onu makinelerden ayıramayız, biliyorsun."

Ah, doğruydu. Karina'yı alacaksak o cihazlarla beraber almalıydık. "Ben, heyecandan bunu atladım. Kahretsin, n'apacağız?"

"Halledebilirim," dedi. "Bir telefon görüşmesi yapayım."

O cebinden telefonunu çıkarıp aramayı yaparken gerginlikle avucumu kaşıdım. Bunu unutmuştum, üstelik hemşire olmama rağmen! Hatama, eksikliğime küfredip sinirle ayağımı yere vururken gözlerim Deren’le çakıştı. Herkes helikoptere binmişti, beni izleyip bekleyen oydu.

"Milano şehir hastanesinden tanıdığımı aradım," diyerek telefonu kapatan Carlos'a döndüm. "Halledeceğim, endişelenme."

"Görüyorsun, bunu bile unutmuşum. Seni aramayı da bu heyecan yüzünden unuttum."

Carlos anlıyormuş gibi, bu kez kızmadan telefonu cebine koydu. Kızmak bir yana, gülümsedi. "Biliyor musun, her konuştuğunda daha fazla fark ediyorum. Seni özledim."

Bu tür bir yakın konuşmadan uzaklaşmak için geriledim. Zaten vaktim yoktu, kızıma gidecektim. "Uçak hazır, gidelim."

Söylediğini yanıtsız bıraktığımı fark etmiş şekilde derin derin gözlerime, sonra da sol çaprazda duran Deren'e baktı. Herkes yerleşmişti, yalnız üçümüz buradaydık. Enrica ve birkaç koruma ileride, Mark ve diğerlerine sahip çıkıyordu. Carlos tekrar buraya döndüğünde başını salladı, ben de ona olan saygımı koruyarak helikoptere yürüdüm. 

Deren’le bakışarak merdiveni çıkmaya başladım, Deren de sigara izmaritini fırlatarak arkamdan gelmeye başladı. Kısık, koyu gözleri yüzümden ayrılmadan beni takip etti. İçeriye girip Noah'ın yanına oturdum ve Deren de Yaman'ın yanına oturunca, hostes kapıları kapattı.

"Gideceğimiz adres," diyerek telefonumu, pilota göstermesi için hostese verdim.

Hostes uzaklaşırken çantamı kenara bırakıp dizlerimi ovmaya başladım. Gerginlikten sık sık yutkunuyordum. Heyecandan sıcaklık basıyordu. Deren tam karşımdaki koltuktaydı, Yaman camdan dışarıya bakarken Salvador abim bir şeyleri düşünüyor gibi alnını ovuyor, kendi kendine fısıldıyordu. 

"Karina'yı göreceğin ilk anı çok merak ediyorum," dedi Noah, benim kadar heyecanlı şekilde.

"Bayılır," dedi Deren, bizi dinlediğini böyle anladım.

"Sana sormadım," dedi Noah, sesine bir mesafe ve tavır koyarak.

Deren, başparmağı altdudağında gezinirken Noah'a birkaç saniye baktı. Sonra yörüngesi Yaman'a döndü. "Sen de Noah'a uyuz oluyor musun?"

Yaman ona bakmadı bile. "Hayır."

"Ol," dedi Deren.

"Olurum," dedi Yaman.

Noah kendinden konuşulduğunu anlayıp, "Benim hakkımda ne söylüyorlar?" diye sordu.

"Karina'yı bulmaktan bahsediyorlar işte," dedim. Abilerimin onu anlamaması iyi miydi yoksa kötü müydü, bilmiyordum.

Şimdi yalnızca Karina'mı düşünüyordum, onu nasıl bulacağımı. Yüzündeki yaralara fotoğrafta bile dayanamamıştım, eğer şimdi de görürsem çok üzülürdüm. Fakat tek başına onu görecek olmam gerçeği... Kalbimin bunu nasıl kaldırabileceğini bilmiyordum. 

Sen onun öldüğüne bile dayandın Karmen, yaşamasına mı dayanamayacaksın?

Dayanabildim mi sahiden?

Yine unuttum ona çiçek götürmeyi, onun kendisi çiçek olsa bile...

Daha fazla oturamadım, koltuğumdan doğruldum. Deren, sanki endişelenmiş gibi elini kendi kemerini açmaya götürse de tek başıma yürüdüğümü görünce koltuğuna geri yaslandı. Ellerimi gerip saçlarımı düzelttim, dakikalar geçerken kalbimi avucumda tuttum. Bu kez de Karina'yı bulamazsam üzülürdüm. Sonunda bulacağımı biliyordum ama çok özlemiştim, artık dayanamıyordum.

Helikopterde dolaşırken hafifçe sarsıldığımızı fark ettim. Düşmemek için yanından geçtiğim Deren'in koltuğuna tutundum ve o gözlerini bana kaldırırken, "Kızımı almaya giderken düşüp ölmem umarım," dedim heyecanla gülerek.

"Ben sana her gün düşüyorum," dedi.

Yaman'dan bir ses çıktığında Deren dönüp sertçe ona baktı. Ben ise söylediğinin üzerine düşünmeye başlamıştım. "Bu ne demek? Bana düşmen yani?"

Deren kaçamak şekilde bakıp önüne döndü. "Bayılmak gibi bir karşılığı var. Birine, bir şeye bayılmak gibi."

"Çok aptalsın," dedim gülerek.

Dik dik bana bakınca, uzanıp kısacık saçlarına dokundum. Deren dahil herkes bu dokunuşum üzerine yüzümü dikkatle izleyince, kafasındaki yarayı şefkatle okşayıp ondan uzaklaştım. 

O sırada hostesin inişe geçtiğimizi söylediğini duyup yerime oturdum. Terleyen alnımı sildikten sonra çantamı açıp silahımı çıkardım, belime koydum. Diğerleri de silahlarını kontrol etti ve uçuşumuz tamamlanırken midem bulanmaya devam etti.

Yerlerimizden kalkarken hiçbir şeyi göremez oldum, ayaklarımın yere değdiğini bile hissetmedim. Helikopter merdivenini inerken kaydığımı, birisi beni tuttuğunda anladım. Carlos'un helikopterini ve etraftaki korumaları göz ucuyla görüp geldiğimiz yere baktım.

İki katlı bir çiftlik eviydi, etrafında çitler vardı. Enrica ayağıyla vurarak kapıyı bizim için açınca en önde eve yürümeye başladım.[SE1] [ET2]  Silahımı sağ elimde tutarak evin kapısına ilerledim ve önce sakince çaldım. Kimin arkamda nerede durduğunu bilemiyordum, sadece Karina'yı düşünüyor, etrafta onun hayalini görüyordum.

"Kimse açmıyor, biz açalım," dediğini duydum Carlos'un.

Sesi sağ tarafımdan gelmişti, bana yakın duruyor olmalıydı. Bir daha vurdum, Karina içerideyse silah sesiyle korkutmak istemiyordum ama tekrar açılmayınca bir adım geri çıktım. Kapının deliğine iki kurşun sıktım ve kapı açıldığında, ayağımın ucuyla itip eşikten içeriye girdim. 

Ben daha ilerleyemeden birinin yanımdan geçtiğini gördüm, sonra da onun korumam olduğunu anladım. Silahını yanında tutup etrafı benim için kollayarak ilerlediğinde, ben de arkasından yürümeye başladım. Ve Deren önümde aniden durduğunda, onun bakışlarını takip ederek evin salonuna baktık.

Orta yaşlı bir kadın korkuyla bize bakıyordu.

Benim ve arkamdaki adamların adımları duraksadı. Deren direkt kadına silahını kaldırarak, "Sen kimsin?" diye bağırdı İtalyanca.

Kadın ellerini yukarıya kaldırıp anlamamış gibi kafasını iki yana sallayınca, Deren'in yanından geçip kadına yaklaştım. Kırklı yaşlarındaydı, üzerinde sade kıyafetler vardı ve açık kahve saçları düzgünce bağlanmıştı. Korkuyordu, herhangi bir adım atamayacağı açıktı. Ona doğrudan, "Karina burada mı?" diye sordum, heyecandan bayılacakmış gibi.

Kadının gözlerinin ani şekilde büyümesi, kalbime o son dokunuşu yapmış gibi hissettim. Kızımın ismine olan duyarlılığı doğru yerde olduğumu düşündüren ilk şey oldu. Ben heyecanla titrerken gözleri bu kalabalığa ve ellerimizdeki silahlara kaydı, hemen sonra eliyle bir işaret yaparak arkasını döndü, ilerideki merdivene koştu.

"Buraya gel," diyerek vahşice kadına ilerliyordu ki, "Dur!" diye bağırdım Deren'e. "İşaret dili kullandı, konuşamıyor."

Deren, "Biliyor," diyerek heyecanla bana dönerken, olduğum yerden ayrılıp koşan kadının arkasından gittim.

"Burada mı?" diye bağırdı Carlos.

Heyecan ve sevinçten karşılık veremedim, hızla koştum. Kadın üst katın merdivenini çıkarken mutluluktan dolan gözlerimle onu takip ettim. Deren ve diğerleri etrafımı kollayarak, beni izleyerek peşimden gelirken, "Sana zarar vermeyeceğim," diye bağırdım kadına.

Muhtemelen Rus'tu. Konuştuklarımızı anlamıyordu.

Bir an omzunun üzerinden dönüp baktı ve ardından daha da hızlandı, iki üst kata çıktığımızda yönünü bize çevirerek gerilemeye başladı. Gittiği yere doğru baktım ve koridorun sonundaki kapısı kapalı odaya varmaya çalıştığını anladım. O odaya varıp sırtını kapıya yasladı, ellerini kapının üzerine açtı ve kafasını korkuyla iki yana salladı.

Karina'yı öldürmeye geldiğimi sanıyordu.

Ona bir şey yapmamdan korkuyordu.

O kapıya bakıp kapının arkasında olanı tahmin ettiğimde ayaklarım yere çakıldı ve elimdeki silah gürültüyle düştü. Deren ve diğerlerinin de durduğunu, başlayan sessizlikte anladım. Kadının yüzünden gözyaşları düşerken, gözlerimdeki görüntüyü zar zor korudum. Cennete ulaşmama yalnızca birkaç adım kalmışken, gökyüzüne bakıp eksikliğini hissettiğim o yıldızı bulmuş gibi hissediyordum.

Öne doğru sendeleyerek, "O... Orada mı?" diye sordum kadına.

Bir inleme sesi çıkararak Deren'in elindeki silaha korkuyla baktı, kendini kapıya daha güçlü yasladı.

"Karina içeride mi?" diye bu kez bağırdı Carlos, daha da yaklaşan kendisi olmalıydı.

Kadın ona da aynı korkuyla baktığında, bu kuvvetli ihtimalin gerçekliğiyle ürperip elimi ağzıma kapattım. Vücudum bir ince dal gibi titrerken ruhumu kuşatan inanılmaz duygularla beraberdim. Yeniden sendeleyen adım attım ve üçüncü adımımı atarken, Deren'in önümde belirdiğini gördüm. Kapıya sertçe yaklaşıp kadını kolundan tuttuğu gibi uzağa doğru fırlattı. "Çekil şuradan!"

Kadın yere düşüp hıçkırarak tekrar doğrulmaya çalışınca, Noah'ın ona yaklaşıp eğildiğini, bir şeyler söylediğini gördüm. Deren önü açılan kapıya bakıp tekrar bana döndüğünde, kapı ile aramdaki iki adıma baktım. Başım daha şiddetli dönüyor, ellerim kalbime dokunuyordu. Kızımı temsil ettiğine inandığım bir kelebek sanki ruhumu okşayarak içimde uçuşuyordu. Birinci, ardından ikinci adımımı attığımda Deren geçmeme izin vermek için çekildi ve elim kapının kulpuna dokundu.

Geldim, geldim Karina'm.

Orada olmadığı ihtimalinin korkusuyla geriye sıçradım, dolan, yalvarış içindeki gözlerimi Deren'e çevirdim. "Bak," diye heceledim. "Önce... önce sen bak."

Dudaklarını araladı, bir şey soracak olduysa da vazgeçti. Vücuduma baktı, düşüp düşmeyeceğimi tartıp kafasını bir kez salladı. Öne çıkıp kapıya yaklaşırken elimin birisi bulanan midemi dışarıdan tutmaya başladı. Deren gözlerini kapatıp açtı ve ardından silahını yere bıraktı. Kızımın yanına silahla girmek istemedi. Ardından kulpu indirdiğinde kapı aralandı ve Deren o aralıktan içeriye süzülürken, ben yalnızca sarıya boyalı bir duvar gördüm.

Sarı, onun en sevdiği renkti.

Kızımın annesi olmanın verdiği güç tüm bu acı ve heyecana rağmen beni ayakta tutarken, odanın diğer tarafındaki sesleri duydum. Yürüyen, sonra duran, bekleyen, ardından tekrar geriye dönen, kapıya yaklaşan adım seslerini... Deren, az önce girdiği kapıdan çıktı ve başını kaldırıp bana o kara gözleriyle baktı. Yüzünü beyazlık kaplamıştı, bir çocuğun yaşamı annesinin kalbinde başlıyorsa babasının kollarında devam ediyor olmalıydı. O an bana bir baba gibi bakıyordu. Kızımın kalbimde başlayan yaşamını, istedim ki onun dudaklarından dökülecek sözcükler devam ettirsin.

Ve, "Burada," dedi Deren, gülümsemeye başlayarak. Kızımın kalbimde başlayan yaşamı o an devam etti. "Kızın Karina burada, içeride."


BÖLÜM SONU.